6 Haziran 2012 Çarşamba

STRASBOURG ANILARI 2

"Yediğin, içtiğin senin olsun", diyerek neler yaptığımı merak eden başta sevgili dostum Sare olmak üzere, bu iletimi bekleyen, orada birlikte zaman geçirdiğim dostlarımdan bu gecikme için özür dileyerek söze başlamak istiyorum.

Bir açık hava müzesi görünümünde, ki; zaten 1988'den beri Unesco'nun insanlık mirası listesinde yer almasıyla bunu doğrular nitelikteki bu şehir diğer Fransız kentlerinden hemen ayrılıyor. Almanya sınırında yer alan şehir tarih boyunca Almanya-Fransa savaşları sırasında birkaç kez ülke değiştirdiği için her iki ülkenin de mimarisinin, kültürünün, estetiğinin etkisi altına girmiş; savaşlar yüzünden kentin dünyaca meşhur katedrali tamamlanamadan tek kuleyle kalmıştır. Ağaç kütüklerinin iskelet olarak kullanıldığı rengarenk evleri Petit France denilen nehir kıyısında değil, ziyaret ettiğimiz pek çok kasaba ve köylerde de görmek çok hoştu.


Gittiğim zaman Paskalya tatili başlamış ve bütün evler ve mağazalar, yumurta, tavşan şeklinde çikolata, pasta ve keklerle süslenmiş; hediyelik eşya satan mağazalar yılın en çok iş yapan zamanlarından birini daha yaşıyorlardı.
O dönem okullar tatil olduğu için oğlum ve arkadaşları ile birlikte birkaç köy ve kasaba ziyaretimizden çok memnun oldum. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz Rikfil diye bir kasaba.

Aynı gün Ribövel ve Selestat diye iki kasaba ziyaretimizde de yine aynı şirin mi şirin evler ve evlerin altlarındaki hediyelik eşya satan dükkanlar ve pastanelerden aldıklarımızdan sonra oğlumun arkadaşı bizi kendi ailesinin yaşadığı eve götürdü. Annesinin yaptığı nefis yiyeceklerden sonra yine Strasbourg'a döndük.
Şehir, diğer Avrupa şehirleri gibi düzlük bir alana kurulduğu için ulaşım büyük oranda tramvayla, daha sonra da bisikletle sağlanıyor. 7'den 70'e herkesin bisiklete bindiği şehir insanları, kaldırımların yanlarında bisikletler için ayrılan yollara alışık olmayan benim gibi insanları ilk zamanlar çok şaşırtıyor. Dalgınlıkla kaldırımlarda onların yollarına geçtiğimde nazikçe zillerini çalıp uyarıyorlardı. Trafik sıkışıklığı denen bir olaya rastlamadım. Yollarda ne bir kaza ne de yaralı gördüm. Herkes kurallara harfiyen uyduğu için de denetim mekanizmasına hiç ihtiyaç olmuyor.


İlk günler oğlumun arkadaşı olan onunla birlikte aynı okulda okuyan Ilgın'nın annesi Biret ile yaptığımız nehir kıyısındaki yürüyüşler, soğuk hava ve yağmurlara rağmen Petit France'daki kahvelerde çok keyifli vakitler geçirdik. O Türkiye'ye döndükten sonra ben yürüyüşlerime yalnız devam ettim.

Şehrin yemyeşil sokakları, sakinliği, kalabalıklardan uzak parkları sayesinde yeşile doydum diyebilirim. Kentin en büyük parkı oğlumun evine de çok yakın olan Orangerie parkı içinde Napolyon'un eşi Josephine'e yaptırdığı küçük bir şato bulunuyor. Parklar, bahçeler, çok hoş zevk ve tasarımla düzenlenmiş göletler, yürüyüş ve spor yapmak insana huzur veriyor. Böyle bir çevre içinde yaşayan insanlar stresten uzak, telaşsız ve çok planlı bir şekilde yaşamlarına devam ediyorlar.

Bir üniversite şehri de denilen kente, tarihi ve mimari kimliğinin yanı sıra ayrı bir canlılık ve modern mimarisiyle hareket getiren Avrupa Parlamentosu devasa binasıyla nehir kıyısında yer alıyor. Tekneyle yaptığımız gezide dış cephesinin fotoğraflarını çektiğim Parlamento binasını Mayıs ayının yani gelmeden bir gün önce kapılarını halka açtığı gün, içeri girip yakından inceleme fırsatı bulabildim.

Yılda bir gün için izin verilen ziyaret için epey sıra beklesek de benim gibi ilk kez ziyaret edecek olanlar hallerinden şikayetçi değillerdi.

Oğlum ve arkadaşlarının beğeniyle gezindikleri "bu salonda belki bir gün bizler de olabiliriz" diyerek, parlamenter koltuklarına oturdular, içeride düzenlenen etkinliklere katıldılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Konsey binalarına da ev sahipliği yapan Strasbourg başkent olmadan böylesine önemli kuruluşlara ev sahipliği yapıyor.

Bu kadar bilgiden sonra neler yaptığıma gelecek olursak;
İlk günler, etrafı tanımak, alışveriş merkezlerini keşfetmek ve biraz da oğlumun evini derleyip toparlamakla geçti.
Birkaç gün sonra başka bir şehirde oturan ve orada öğretmenlik yapan kardeşim Zuhal'in yanımıza gelmesi beni çok mutlu etti. Zira bütün gününü okulda ve kütüphanede geçiren oğlum beni yalnız bıraktığı için üzülüyordu.

Canım kardeşimle yine Strasbourg gezilerimiz, hediyelik eşya alışverişlerimiz ve şehrin güzel yerlerinde yemek içmek çok keyifliydi. Görmediğim yerleri bana göstermek için sürekli planlar yaptı, tramvaya nasıl binilir, biletlerin nasıl valide (onaylamak) edileceğini gösterip, nelere dikkat etmem gerektiğini gösterdi sürekli. Bol bol fotoğraf çektik, güldük, eğlendik. Yukarıdaki fotoğrafı yine 300-500 yıllık evlerin nehir etrafında yer aldığı Colmar kasabasında çektik. Burada Ren nehrinin daha küçük kollarının yer aldığını gördük. Strasbourg'daki büyük yolcu teknelerinin yerine gondol tarzı küçük sandallarla geziliyordu.

Strasbourg Almanya'ya çok yakın bir şehir. Öyle ki; yürüme mesafesiyle 45 dakika, araba ile 8-10 dakika sürüyor. Şehrin birkaç ülkenin sınırlarında yer alması oraları da ziyaret etme isteği uyandırıyor insanda. Nitekim öyle de oldu. Kardeşimle, Almanya'nın küçük bir kasabası olan Kehl'e gittik. Strasbourg'da yaşayan Türkler, özellikle de öğrenciler daha ucuz olduğundan büyük alışverişleri için Kehl'e gidiyorlarmış. Yukarıdaki fotoğrafı Kehl'e giden araç trafiğinin yapıldığı köprü üzerinden çekmiştim. Daha geride olan köprü ise sadece yaya geçişlerinin yapıldığı, AB üyesi ülkelerin sınırların ortadan kalktığının bariz örneği olarak yer almakta.

Köprüye gelmeden önce hüküm süren Fransız etkisi köprüden hemen sonra başta tabelalarda olmak üzere yerini Alman disiplinine ve mimarisine bırakıyor.O bölgede her iki ülkenin de vatandaşları karşı tarafın dilini az çok bildiği halde kesinlikle konuşmuyorlarmış.



Kehl'e daha sonra birkaç kez daha gittim. Çok büyük alışveriş mağazalarının cadde ve sokakları doldurduğu yine kafe ve restoranların olduğu şirin bir kasaba. Gerçekten de Fransa ile karşılaştırıldığında daha uygun fiyatlarla özellikle çikolata ve pastacılık ürünlerinin her çeşidinin bulunduğu mağazalarda dolaştık. Türkiye'de bulunmayan bazı ürünlerin çeşitlerini görmek bile beni heyecanlandırdı..Almanya'da daha fazla Türk vatandaşı yaşadığı için bize yardımcı olacak birilerini veya kırık dökük İngilizcemi kullanarak ihtiyacım olan ürünleri aldım.


Çikolata, makaron yapmakta kullandığım çok ince çekilmiş badem ununun yanı sıra fotoğrafını gördüğünüz fleur de Sel denen tuz ilk aldığım ürünlerdi.. Büyük ölçüde ben de alışverişlerimi buradan yaptım.

Kardeşimin tatili bittiği için son bir kez daha Strasbourg sokaklarında onunla gezip fotoğraflar çektim. Şehrin merkezindeki Kleber meydanını ve hemen yakınlarında bulunan katedrali gezip kardeşimi yolculadım.


Paris'te bulunan makaronlarıyla meşhur Pierre Herme veya Ladure maalesef burada şube açmamışlar ama pek çok pastane vitrininde makaronları ve Fransız pastacılığının en güzel örneklerini görebilirsiniz.


Bu fotoğraf da oğlumun evinin önünde kurulan pazarı göstermekte. Pencereden çektiğim pazar manzarası benim gibi pazar tutkunlarını çok memnun eder diye düşünüyorum. Evin önüne hem de haftada iki gün kurulan pazarlardan alışveriş etmesi çok keyifli geldi bana. Yaklaşık 300 metre uzunluğundaki bu pazarda çiçekten, tavuk çevirmeye, peynirden ekmeğe hatta pastacılık gereçlerine kadar aklınıza gelecek her türlü ürünü bulmanız mümkün.

Tadını merak ettiğim, Türkiye'de bulunmayan veya benim erişimimin kolay olmadığı yiyeceklerin tadına bakma şansını yakaladım. Bunlardan biri de rhbarb'dı.

Bunca çeşitliliğe rağmen yeşillik konusu benim için yeterli değildi. Burada thyme dedikleri baharatlı yeşillikleri ancak minik saksılarla satıyorlar. Yani bir demet dereotu, nane arasanız bulamıyorsunuz. Soğuk bir iklimin hüküm sürdüğü şehre İtalya, Portekiz, İspanya ve hatta Türkiye'den yaş sebze meyve geliyor. Pazarda Fransızların bulunduğu bölüm ayrı, göçmenlerin ürünlerini sattığı bölüm ayrı yerde bulunuyor. Bölgenin daha milliyetçi olduğunu biliyordum ancak yaşadığım süreçte bunu gözlemlemem beni şaşırtmadı. Sanırım yaşanan savaşların, çekilen sıkıntıların etkisi çok büyük burada.

Frenk soğanından, kekiğe, fesleğenden, maydanoza kadar her şey yukarıdaki gibi minik saksılarda satılıyor.
Çok fazla fotoğraf çekmiştim ancak sizlerin de ilginizi çekeceğini umduğum örnekleri paylaşayım istedim burada.

Bu son fotoğraftaki sarı renkli mantar çeşidini ilk kez gördüm ve sizlere de göstermek istedim.

Gezim daha sonra kardeşimin yanına giderek, onunla birlikte Mannheim, Lüksemburg ve Belçika ziyaretleri ile devam etti. Sizleri daha fazla sıkmamak için buralarla ilgili fotoğraf ve yazılar da bir başka iletiye konu olsun istiyorum.

Sağlık ve afiyetle kalmanız dileklerimle,

11 yorum:

  1. cok guzel .......

    YanıtlaSil
  2. Ne hoş, keyifli bir gezi olmuş Işıl Ablacığım. Hem de biriken hasretler giderilmiş.

    Bu arad bloğumu taşıdım artık buralardayım. Sevgiyle öpüyorum.. Aysel...

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Isilcigim, biraktigin o icten, simsicacik yorumun icin sonsuz tesekkürler ediyorum...

    Bize bayagi bir yakinlardaymissin....:) Buralari begendigine sevindim... Kismet olsaydi da, (Istanbul`da olmadi ama) buralarda görüsebilseydik... Belki bir dahaki sefere....::) Sevgilerimle cok öpüyorum...

    YanıtlaSil
  4. Merhaba Isil ablacigim,nasilsin.Fransa'da oturuyorum ama sen benden daha cok gezdin buralari.Goruntuler cok guzel,devamini sabirsizlikla bekliyorum.Tekrar belirtmek istiyorum,tanistigimiza cok memnun oldum.

    YanıtlaSil
  5. Işılcım, teşekkürler...
    Israrımda ne kadar haklıymışım:))
    Şehrin görüntülerin yanında pazardan gelen fotoğraflar içaçıcı...
    Açıklayıcı anlatımınla şehirleri gezmek çok güzeldi...
    Çok sevgiler.

    YanıtlaSil
  6. Aysel'ciğim,

    Evet canım. Benim için çok güzel ve keyifli bir gezi oldu. Yaşadıklarımı unutmam mümkün değil.
    Sayfanı ziyarete geldim ancak yorumumu gönderemedim sanıyorum. Tekrar ziyaretine geleceğim.
    Ben de seni çok öpüyorum.

    YanıtlaSil
  7. Filiz'ciğim,
    Çok haklısın canım. Bir türlü buluşamıyoruz ne hikmetse. Sen geldiğinde ben olmuyorum, ben geldiğimde sen buralarda oluyorsun. Bu kadar yakınına geldiğimi bilmiyordum. Yazınca ben de çok üzüldüm. İnşallah bir dahaki sefere.
    Ben de seni çok öpüyorum.

    YanıtlaSil
  8. Handan'cığım merhaba,

    Teşekkür ederim canım, iyiyim.
    Haklısın, hep öyle olur ya. İnsan hangi ülkede yaşarsa bu gün gezerim, yarın gezerim, biryerlere kaçmıyor diye hep erteler gezilecek yerleri. Benim de Türkiyede görmediğim o kadar çok yer var ki. Ama bir yere sınırlı süreli bir ziyaret yapılınca her yeri görebilmek için sürekli gezmek istiyor insan. Tabi bunda canım kardeşimin ısrarları da etkili oldu. Şimdi iyi ki ısrar etmiş diyorum ben de.
    Ben de seni tanıdığıma çok memnun oldum. Hele Almanya gezisini, nasıl eğlendiğimi hiç unutmuyorum.

    Çok öpüyor, herkese selamlarımı gönderiyorum.

    YanıtlaSil
  9. Sare'ciğim,
    Ben sana teşekkür ederim. Senin yazıların olmasaydı ben daha toparlanamayabilirdim. Malum, gelir gelmez pek çok iş beni bekliyordu.
    Biraz da bilgisayarda yaşadığımız problemlerden ötürü tam istediğim gibi anlatamadım aslında.
    Son bölümü de en kısa zamanda yazmaya çalışacağım.
    Benden de çok sevgiler,

    YanıtlaSil
  10. Nasıl güzel bir gezi ve muhteşem fotoğraflar...
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  11. Işıl'cığım bu güzel paylaşımın için teşekkürler.Zevkle izledim ve okudum.Sevgilerimle

    YanıtlaSil

Yönetici Giriş Paneli


Special design for Işıl'ca Tatlar by GeCe