Reine nehrinin kolları burada biraz daha daraldığı için Strasbourgdaki köprülerden daha küçük köprülerle iki yaka birbirine bağlanıyor. Küçük Venedik denilen (Petite Venise) mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Nehir kenarındaki evlerin bazılarının alt katları cafe ve lokanta olarak hizmet veriyor.
Aşağıdaki fotoğrafların sırası biraz karışmış olsa da ben neler yaptığımla ilgili detayları sırasıyla anlatmaya çalışayım.
Bir ay oğlumun yanında kaldıktan sonra kardeşimin öğretmenlik yaptığı Fameck şehrine gitmek üzere trenle önce Thionville'e oradan da kardeşimin evine gittim. 2 saat tren yolculuğu bana o kadar keyif verdi ki anlatamam. Yol boyunca yeşilin bütün tonlarını görmenin yanı sıra çok bakımlı şirin küçük köy evleri, otlayan inek ve keçi sürüleri, kanallar, hepsi bir rüya aleminde yolculuğa çıkmışım hissini yarattı bende. Mevsimin bahar olmasının etkisi çok fazla olsa da; kendi ülkemi ve beton yığınlarını düşündükçe içim sızlamaya başlıyordu. Ya ormanın içinden geçiyorduk ya da köylerin içinden. Ekili dikili olmayan en ufak bir toprak parçası görmek mümkün değildi. Doğa döngüsünü gerçekleştiriyordu. Ormanlar bereketli yağmurları, yağmurlar da bereketli ormanları doğuruyor oralarda. Bizler ne zaman bu bilince sahip olacağız bilmiyorum ama eğer doğayı korumak için elimizden geleni yapmazsak; torunlarımız da ağaçları ancak belgesellerde görecekler diye düşünüyorum.
Oğlumun tek göz odalı evinden sonra kardeşimin evi saray gibi geldi. İki oda bir salondan oluşan evinin etrafı da yine ağaçlarla kaplı. Küçük kentlerinde bile şehirciliğin, planlamacılığın hemen fark edildiği, herşeyin yerli yerinde, pavillon tipi(bahçe içinde iki katlı) evlerin çoğunlukta olduğu, hiçbir yapının gözünüzü rahatsız etmeyecek boyutlarda inşa ve dizayn edildiği güzel bir kent Fameck.
Daha önce Paris gibi büyük bir metropolde yaşadıktan sonra biraz daha sakinlik isteyen kardeşim de orada olmaktan çok mutlu. Öğretmen olması sebebiyle pek çok Türk ve Fransız dostları onu hiç yalnız bırakmıyorlar. Sadece onu mu, gittiğimde aynı sıcaklıklarını, samiyetlerini bana da gösterdiler, sağolsunlar.
Yukarıdaki fotoğraf kardeşimin velilerinden birkaçının bana hoşgeldin ziyaretlerinden birisini anlatıyor. Öylesine becerikli ve hamaratlar ki pek çoğu, aynı zamanda kültürel ve sosyal etkinliklerin de gerçekleştirildiği cami derneğine yardım amacıyla harıl harıl çalışıyorlar. Ayrıca, bayanların kurduğu bir dernek daha var. Bu dernekte de bayanlara ve çocuk eğitimine yönelik pek çok etkinlikler gerçekleştiriliyor ve Türk kültürünü tanıtmak için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar.
Kardeşim okuldan kalan zamanlarında beni gezdirmek, yeni yerleri görmem için heryere götürmeye çalıştı. Metz de bu yerlerden biri. Lorraine bölgesinin başkenti olan Metz 3000 yıllık bir geçmişe sahipmiş. Yaklaşık 40 yıllık Alman hakimiyeti döneminde inşa edilmiş olan gar kentin en önemli yapılarından biri. Gotik tarzda inşa edilmiş olan St. Etienne katedrali ise Fransadaki büyük vitray çalışmalarının olduğu muazzam bir katedral.
Yine oldukça eski köprülerle bezenmiş olan nehir ve civarındaki yürüyüş alanları en çok turist çeken yerlerden.
Kardeşimin yanında olduğum günlerden birinde Fameck'de yaşayan hanımların Almanya Meinheimm'a gezi düzenlediklerini duyunca kardeşim ikimiz için de değişik olacağını düşünerek bizim de geziye gidebileceğimizi söylemesiyle ertesi gün kendimizi 70 bayanın olduğu otobüste bulduk. Sabahın mahmurluğu geçtikten sonra yol boyunca yapılan espriler, oyunlar ve daha pek çok eğlencenin içinde olmak bana ve kardeşime çok iyi geldi.
Daracık otobüs koridorunda bile oynayan hanımlar (özellikle fotoğraftaki arkadaşımız Bedia ve Hacer) 3 saat süren yolun nasıl geçtiğini bize hissettirmediler. Son yıllarda hiç bu kadar güldüğümü ve eğlendiğimi hatırlamıyorum. Sağolun kızlar...
Gezinin bir amacı gezip görmek olsa da Fransada yaşayan Türklerin Türkiye özlemlerini bir parça da olsa (Meinheimm için küçük Türkiye deniliyor) gidermek istemeleri. Meinheimm'da Türk lokantalarının, baklavacılarının ve mağazaların daha fazla olması, hem de fiyat farklarının yarattığı cazibeden dolayı alışveriş imkanı arayan Türk dostlarımız o gün doyasıya gezip, yemeklerini yiyip alışveriş ettiler.
Onlar mağazalarda gezerken biz de kardeşimle hemen her gittiğimiz yerde bir pazar bulduk.Butik çikolata mağazaları, ekmek fırınları, pastaneler de bizim en çok ziyaret ettiğimiz mekanlar oldu.
Gerçekten de Meinheimm da Almanlar azınlıkta kalmış gibi geldi bana da. Çünkü sokaklarda yanınızdan gçen insanların Almanca yerine Türkçe konuşuyor olmaları artık iyiden iyiye kendimi oralı hisseden beni bile şaşırtıyordu.
Kardeşimin yanındaki günlerim hep gezip dolaşmakla geçti. Ya velilerinin lezzetlerle donatılmış sofralarına konuk oluyorduk ya da benim alışverişlerim için pasta malzemelerinin ağırlıkta olduğu market ve dükkanları geziyor, almam gerekenleri alıyorduk.
Canım kardeşim, buralara kadar gelmişken 15 dakika uzaklıktaki Lüksemburg'u ve Belçikayı da gezdirmek istiyordu. Dediğini de yaptı. Bir pazar günü önce Lüksemburg'u gezdik.
Dünyanın büyük finans merkezlerinden biri olduğunu ülkeye girer girmez hissediyorsunuz. Lüksemburgda devasa binalarda yer alan şirket ve banka çalışanlarının pekçoğunun komşu ülkelerden (Fransa, Almanya) gelenler olduğu biliniyor.
Devasa bir vadi üzerine kurulmuş Lüksemburg. Vadinin içinde yürüme yolları, parklar, tarihi evler ve nehir bulunmakta. Fotoğrafı çektiğim yer" dünyanın en güzel seyir terası" diye adlandırılıyor ve buradan bütün ülkeyi seyredebiliyorsunuz.
O gün ülkenin merkezine inip, kısa bir tur attıktan sonra güzel bir et lokantasında yediğimiz yemekten sonra kahvelerimizi içmek için Belçikanın başkenti olan Brüksel'e gitmek üzere tekrar yola revan olduk. Ne güzel bir şey değil mi aynı gün içerisinde üç ülke ve üç şehir gezebilmek. Canım kardeşime çok teşekkür ediyorum o gün için. Onun ısrarları olmasaydı ben pek niyetli değildim böyle bir tura.
Aşağıdaki fotoğraf Belçika Galeries Royales St. Hubert. Çatı bölümü cam olan çarşı 1846 yılında inşa edilmiş ve içerisinde dantel, çikolata, hediyelik eşya ve tasarım ürünlerinin olduğu pek çok mağazalar bulunmakta. Biz de ordan el yapımı çikolata ve şekerlemeler aldık. Hepsi birbirinden lezzetliydi.
Aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Brüksel Grand Place şimdiye kadar gördüğüm en ihtişamlı meydanlardan birisiydi. Belçika Kraliyet sarayı ve Belediye binasının da içinde bulunduğu meydan altın işlemeli sütun ve heykelleriyle gözkamaştıran pek çok binayı barındırıyor.
Çikolata, dantel ve waffel'ın anavatanı olan bu ülkede daha fazla zaman geçirmeyi çok isterdim. Ancak dönüş yolumuz uzun olduğu için çikolata alışverişi ve kahve keyfinden sonra dönüş için yola çıkmamız gerekti.
Kardeşimin yanında kaldığım onbeş günün nasıl geçtiğini anlamadan oğlumun yanına dönüş vakti gelmişti. Çok güzel anı ve notlarla en önemlisi de artık oraları evim gibi benimsediğim duygularla ayrılmak çok zor geldi. Kardeşim beni yalnız bırakmadı ve benimle birlikte tekrar Strasbourg'a geldi.
Türkiye'ye dönmeden önce onunla son bir kez daha şehir turu attık ve oğlumla birlikte ertesi günü onu yolculadık.
Aşağıda daha önceki iletilerimde fotoğrafını yüklediğim halde nasıl olmuşsa silinmiş olan Strasbourg'un en önemli tarihsel yapılarından gotik tarzda inşa edilmiş olan Notre Dame Katedralini görüyorsunuz. 1000'li yıllarda inşa edilmeye başlanmış ancak savaşlar yüzünden bir türlü tamamlanmamış olan katedralin o nedenle bir kulesi bulunmakta.
Yine nehir kenarında bulunan Rohan sarayı da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.
Türkiyeye dönüş tarihimden bir gün önce şehirde festivaller başlamış, yöresel kıyafetlerini giymiş olan Alman ve Fransız danscılar sokaklarda müzik çalıp danslar ediyorlardı.
Bu kadar şehir, park, nehir ve evlerden sonra sizleri son bir kez de bir Alsace evinin içinde gezdirmeyi uygun gördüm. Eski bir Alsace evinin müze olarak yeniden yapılandılırılmış hali.
Ah! fotoğrafların sırası burada da karışmış. Altta gördüğünüz bu müze evin mutfaklarından birisi.
Kocaman çift kapılı bir kapıdan girince sizi geniş bir avlu karşılıyor. Üç veya dört kattan oluşan binanın dört bir yanında yükselen katlarda ev için gereken hangi bölümler var ise hepsi sıralanmış vaziyette. Ahşap merdiven ve trabzanlarla çıkılan bina günümüz koşullarına göre değil de çok kalabalık ailelerin yaşayabildiği her katta 15-20 odanın yer aldığı kocaman bir bina.
Fotoğraflar gece çekimi olduğu için çok net olmasa da fikir verebilir diye düşünüyorum.
Üç iletiye rağmen çok da iyi anlatabildiğim düşüncesinde değilim bu kenti. Ben bu şehre oğlumu görmek amacıyla gelmiştim. Ancak oğluma kavuşmanın ötesinde görsel de bir şölen yaşadım.
Tarihlerine olan bağlılıkları, evlerinin şirinlikleri, doğanın güzelliği karşısında büyülendim adeta. Tam bir öğrenci kenti de denebilecek olan bu şehri şimdiye kadar görmediyseniz mutlaka görmenizi öneririm. İnanın siz de çok mutlu olacaksınız. Olumsuz tek şey havasının çok istikrarsız oluşu. Aynı gün içerisinde dört mevsimi de yaşayabiliyor olmanız hazırlıklı olmadığınız takdirde sizi üzebilir.
Canım oğlum ve kardeşim; Mükemmel ev sahipliğiniz, bana kendi evimdeymiş hissini tattırdığınız ve mutlu ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Çok güzel duygu ve düşüncelerle ayrıldım yanınızdan.İkinizin de yaşadığı ortamları görmek, oralarda yaşamak bana çok keyif verdi.
İkinizin de yolu açık olsun...
Ne kadar güzel fotolamış ve anlatmışsınız. Oraları görmüş gibi oldum.
YanıtlaSilNehir kenarındaki evler çok ilgimi çekti. yeşili doğayı korumaları çok güzel. keşke keşke bizim ülkemizde doğayı koruma konusunda bu kadar duyarlı olabilse.
bu güzellikleri bırakıp nasıl geldinn...İnsan ayrılmak istemez
Işıl'cığım gene herzamanki içten liğini yazında konuşturmuşsun.Sefan olsun canım iyiki gitmişsin..Ama iyikide geldin..çok sevgiler.
YanıtlaSilCanımmmmm,
YanıtlaSilNe kadar güzel anlatmışssın :) Ne iyi edip de şu bloğu açmışsın :)) Tarihe iz düşenlerdensin bu sayede, bak. Ölümsüzleştiriyorsun ANı fotoğraflar ve güzel anlatımlarınla.
Hayranların büyük bir ilgi ve beğeniyle seni takip ediyor, yazmayınca bozulup üzülüyor, ''hadi bitsin bu tatil de yeni tariflerle, yeni sohbetlerle karşımıza çıksın'' diyorlar taaa buralardaki fanatiklerin :)
İyiki geldin, iyiki gezdik. En kısa zamanda, noelde, Yüksel ablamı al da gel. Bir de noelde görün Strazburgu Parisi Luxemburgu; rengarenk ayrı bir cümbüş oluyor o zamanlar
Biliyorsunuz, anneciğim benim göbeğimi sokağa atmış olmalıki, kim gezdirilecekse derhal planlar yapılır, gezilir, dolaşılır, yeni dostluklar kurulur. Eh bu da benim ilgi alanım. Büyük bir keyif aldım atttığımız her adımda, karış karış gezerken.
Özellikle de senin mutfakla ilgili sevgili ülkemde bulamayıp da burda, Almanya'da, çok ucuza envai çeşidini bulup, gözlerinin parladığını görmek de benim için ayrı bir mutluluk kaynağıydı :)
Sevgilerimle ablacığım; sen hep gez hep yaz !!!!
Işıl Hanım merhaba, bloğunuzu, bloğum olmadan önce de severek takip ediyordum, ilk kez yorum yazmak kısmet oldu:) Ne kadar güzel zamanlar geçirmişsiniz ve o güzelliği bize de yansıtmışsınız güzel anlatımınız ve fotoğraflarınızla. Özenmemek mümkün değil:))Her anınızın böyle güzel geçmesi dileğiyle, sevgiler...
YanıtlaSilIşılcım, en ince detayına kadar anlattığınız gezi yazınızı çok güzel fotoğraflarla da bize adım adım gezdirdiniz gidip, gezdiğiniz yerleri, teşekkürler.
YanıtlaSilGidip birlikte olduğunuz sevgili oğlunuz, kardeşiniz ve dostlarınıza da teşekkür ederim.
"Gezmeye devam" diyoruz, değil mi sevgili arkadaşım:))
Sevgiler.
Isilcigim, sahane gezinden, sahane fotograflarla mest ettin yine beni...
YanıtlaSilDedigin gibi yine görüsemeyecegiz ama ben zaten Istanbul`a gelemiyecegim bu az... Sanirim 5 hafta boyunca Marmaris ve Izmir taraflarinda olacagim.. Kismetse Ekim`de görüsürüz... Cok öpüyor, iyi tatiller diliyorum.
Merhaba isil hanim blogunuzun once tasarimini cok begendim iceriginizde cok guzel.Bende acemicede olsa bir gezi blogu hazirladim Colmari cok begenmistim ziyaretiniz beni cok mutlu eder selamlar
YanıtlaSil